Stories

Miami’ye  Yolculuk…

Miami Havaalanı her zamanki gibi kalabalıktı. İstanbul’dan gelen THY uçağının indiği bilgisi ekranlara düştüğü anda içini tarifsiz bir heyecan kapladı, kalbinin daha hızlı çarpmaya başladığını hissetti. Miami’ye taşındıkları neredeyse dört yıl olmuştu ve ilk defa ailelerinden bir misafir, kızkardeşi Aslı ve yedi yaşına yeni adım atmış kızı Gizem geliyorlardı… 

Aslı, Berna’nın yedi yaş küçük tek kardeşiydi. Anne ve babaları kızlarının iyi bir eğitim almaları ve kendi ayakları üstünde durabilmelerini sağlayacak bir meslek sahibi olmaları için çok fedakarlıkta bulunmuşlardı. Kısıtlı maddi imkansızlıklara rağmen kızlarını Fransız okullarında okutmuşlardı. Daha sonra Berna İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne girdi.  Eşi Volkan’la üniversiteden sınıf arkadaşıydılar ve o yıllarda yurt dışında yaşama hayalleri kurmaya başlamışlardı. 

Volkan filmlerde gördüğü gibi; bahçeli, yeşillikler içinde bir evde yaşamak, insana, çalışana değer veren bir şirkette düzenli bir iş hayatı, kurallara bağlı, yolsuzlukların, rüşvetin gündemde olmadığı  ve en önemlisi insanların kendilerini  özgür hissettikleri bir ortam hayal ediyordu. Bu hayallerinin kendi yaşamı süresince  Türkiye’de gerçekleşmesini olası görmüyordu… o halde hayallerine en yakın ortamı vatandaşlarına sağlayan bir ülkeye giderek orada yaşamak istemesi son derece doğal ve haklı bir istekti… Mezuniyetlerinden sonra Volkan özel bir bankada ve Berna da çok uluslu bir şirketin pazarlama bölümünde çalışmaya başladı. Bir süre sonra oğulları Onur’u kucaklarına aldıklarında sorumluluklarının daha da arttığını hissettiler. Artık sadece kendileri için değil evlatları Onur’un geleceği için de çalışacaklardı. Volkan bu duygularla hayallerini gerçekleştirmek için Berna’ya bile haber vermeden Amerika’nın Green Card çekilişine başvurdu. 

Berna Volkan’ın müjdeyi verdiği anı dün gibi hatırlıyordu… artık çocuklarını insanların birbirine saygılı davrandığı, küçük kurnazlıklarla birbirini aldatmayı marifet gibi gören insanların olmadığı medeni bir toplumda yetiştirmenin yolu açılıyordu… Nitekim öyle de oldu. Onur’un doğumundan beş yıl sonra arkadaşlarının da yardımıyla Miami’ye yerleşmeye karar verdiler. Doğal olarak hem Berna hem de Volkan’ın çalıştıkları şirketlerinden ayrılma kararı almaları  kolay olmadı. Her ikisi de Müdür seviyesine yükselmişti. Kendi arkadaşlarına göre iyi bir maaşları vardı. Ayrıca şirket aracı kullanıyorlardı. Evleri kira olmasına rağmen bir miktar tasarruf bile yapmaya başlamışlardı. Bütün bu imkanları, “bu ülkede artık yaşanmaz abi… bu ülke hayatta düzelmez…” diyerek bir kalemde sildiler ve Miami’ye yerleştiler. Volkan bir Emlak Şirketinde Danışman olarak çalışmaya başladı.  Portföyünde daha çok kendileri gibi Miami’ye yeni gelmiş, özellikle Türkiye’den gelen  müşteriler vardı. Berna  daha çok Onur’la ilgilenmiş ve zaman zaman kısa süreli işlerde çalışarak aile bütçesine katkıda bulunmuştu. Liseyi Fransızca okumuştu ama burada bir faydası yoktu zira Miami’nin yaşadıkları bölgesinde çokça  İspanyolca  konuşuluyordu. Kulak alışkanlığı ile artık İspanyolca da öğrenmeye başlamıştı.  

Berna uzun zamandır görmediği kardeşi Aslı’ya öyle bir sarıldı ki… Aslı da şaşırdı… Berna sadece kardeşine değil yıllardır görmediği annesine, babasına, arkadaşlarına daha doğrusu Türkiye’ye sarılıyordu… Türkiye’den geldikleri neredeyse dört yıl olmuştu ve çok istemelerine rağmen bir türlü bütçelerini denk getirememişlerdi. İkisi de gözlerindeki yaşları silerken çocukları unuttuklarını farkettiler. Kardeş çocukları neredeyse birbirlerini tanımıyorlardı. Bernalar giderken Onur beş, Gizem de üç yaşındaydı… Hemen toparlandılar ve yola koyuldular. 

Bernalar Miami’nin görece yaşaması daha ekonomik bölgesi Little Havana ile Coral Gable arasındaki bir bölgede oturuyorlardı. Evleri Condominium tarzında iki odalı, iki banyosu olan güzel bir bahçe katı daireydi. Berna, Aslı ve Gizem için Onur’un odasını hazırlamıştı. Onur da salondaki kanepede yatacaktı… Çocukluklarının geçtiği evde de öyle değil miydi… eve misafir geldiğinde Berna ve Aslı salonda kurulan yer yatağında yatarlardı. 

Aslı özel Fransız Lisesi Notre Dame de Sion’ u bitirdikten sonra Koç Üniversitesi’nin Endüstri Mühendisliği Fakültesini bitirmiş sonra da aynı üniversitede İş İdaresi Yüksek Lisansı (MBA) yapmıştı. Üç yıl yıl önce ayrıldığı eşiyle de yüksek lisans yaparken tanışmıştı. Gizem’in iyi bir eğitim alması, güzel, medeni bir ortamda yetişmesi Aslı’nın en öncelikli konusuydu. Biraz da ablasını ziyaret ederken aklının arkasında onların yaşadığı ortamı görmek, gelecekte Gizem için fırsat olma alternatiflerini görmek vardı. 

 Havaalanının karmaşık, gürültülü ortamından bir an önce çıkmak istiyorlardı. 

– Berna, nasıl gideceğiz, taksi mi çevirsek?

– Yok canım, ben arabayla geldim… hem yeni arabamızı da şimdi görürsünüz, geçen hafta yeniledik de… 

– Aaaa… bundan haberim yoktu. Ne aldınız?

– Chevrolet SUV, Equinox, Aslı’nın sürüklemeye çalıştığı valizlere gülümseyerek bakarak; Senin valizleri taşıyabilmek için büyük bagajlı bir araba aldık…

– Aman Bernaaa… ne yapayım, buradan dönerken ufak tefek  alış veriş yaparım diye biraz fazla valiz aldım.

Miami’nin 35 derece sıcağında arabanın klimalarını sonuna kadar açtılar, radyoda Taylor Swift’in Blank Space’ i çalarken evin yolunu tuttular…

Aslı yol boyu etrafı dikkatle inceliyor, geniş, ferah yollara, parklarda koşan atletik yapılı gençlere bakıyordu… bir an Bernaların Amerika’ ya yerleşmekle ne kadar iyi yaptıklarını düşündü. İstanbul’da böyle bir ortamı ancak bazı lüks semtlerde görebilirlerdi. 

Berna’nın ise yol boyunca aklından anne ve babasıyla yaşadıkları film şeridi gibi geçiyordu… Volkan’la birlikte Amerika’ya yerleşme kararlarını açıkladıklarında annesinin şaşkınlıkla açılan gözleri, attığı kontrolsüz çığlık ve ağlamamak için türlü şekle soktuğu yüzü, hemen arkasından dökülen göz yaşları… Kendi hayallerinin peşinden gitmek, kendi geleceklerini inşaa etmek kadar doğal bir şey yoktu. Tabii ki annesinden, babasından, kardeşlerinden, sevdiği akraba ve arkadaşlarından ayrı kalmak zordu ama imkansız da değildi… kendi gelecekleri için bütün bu duygularla baş etmeye kendisini hazır hissediyordu. Ama şimdi… aradan geçen dört yıl sonra bambaşka duygular içindeydi… Aslı’yla kucaklaştığından beri anne ve babasını soramıyordu… tam soracakken boğazı düğümleniyor, içinden hıçkıra hıçkıra ağlamak geliyordu. Oysa günlerce bu anı düşünmüş, kendi kendine metin olması gerektiğini, duygusallığa fazla gerek olmadığını telkin etmişti. Bir anda en büyük korkusuyla, Amerikadayken anne veya babasını bir daha göremeyeceği korkusuyla yüzleştiğini hissetti. Neyse ki sessizliği Aslı bozdu…

– annem senin için Selma Teyzeye oya işlemeli tülbentler, yazmalar hazırlattı… Amerikalı arkadaşlarına da verirsin diye biraz bolca gönderdi…

– ayyy annem yaaa! canım benim… öyle özledim ki onları… 

Gittiklerinin üçüncü günü akşam evde meyhane gecesi yapmaya karar vermişlerdi… domates soslu patlıcan, biber kızartması, muhammara, beyaz peynir, çoban salata ve tabii ki Berna’nın annesinden öğrendiği “ızgara anne köfteleri…” haa bir de Aslı’nın meşhur zeytinyağlı yalancı dolmaları… tabii Aslı’nın Türkiye’den gelirken bavullarında saklayarak getirdiği Göbek rakısı…

Sofrada aile konuşulduktan sonra her rakı sofrasında olduğu gibi konu memleket meselelerine geldi…

Aslı tereddütsüz kafasında merak ettiği tüm soruları bir anda sordu;

– buralara geldiğiniz için memnun musunuz? Bir gün Türkiye’ye döner misiniz? Yoksa Türkiye’yi defterden sildiniz mi? 

Volkan ve Berna sorular karşısında şaşırarak birbirlerine baktılar… Volkan söze girdi,

– Türkiye’de bizim ayrıldığımız dönemdeki koşullar bugün değişti mi? Ya da ne zaman değişecek? 

– Aslında olumlu anlamda pek değişen bir şey yok. Biliyorsunuz AKP 28 Mayıs 2023 seçimini yine kazandı, dolayısıyla 5 yıl daha iktidarda. Önümüzdeki yıl Mart ayında yerel seçimler var ama onda da ne olacağı belli değil. İstanbul, Ankara’da  bile tekrar AKP kazanabilir… çünkü muhalefet deyim yerindeyse tam olarak dağılmış durumda. 

Volkan kadehinden bir yudum aldıktan sonra,

– doğru mu anlıyorum; bugün değişen bir şey yok hatta daha kötüye gidiyor, görünür gelecekte de değişecek gibi durmuyor.

Aslı Volkan’ın bu saptamasından nereye varacağını anladı ve 

– ülke tarihlerine kısa dönemlerde değil uzun dönemlerde bakmak gerek. Bugün uğruna ülkenizi terk edip geldiğiniz ABD tam 162 yıl önce, 1861’de  Kuzey – Güney savaşlarını yaşadı. 4 yıl süren iç savaş Kuzey eyaletlerinin galibiyetiyle sonuçlandı ve kölelik kaldırıldı. O dönemde “bu ülkede yaşanmaz abi…” diyenler ülkeyi terketmiş olsaydı bugün nasıl bir ABD görürdük acaba? 

Aslı konuya biraz sert girdiğinin farkına vardı, bir yudum almak için kadehine yöneldi. Aynı anda Berna ağzındaki lokmayı yutamadığını farketti, bir yudum su aldı. Volkan soğukkanlılıkla,

– benzer durum bizim ülkemiz için de geçerli… Osmanlı döneminde Çanakkale savaşı, Atatürk’ün önderliğiyle başlattığı Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in kuruluşu… hepsini hayranlıkla anıyoruz. Tamam, bunu anlıyorum ama bugünün şartları farklı.  Gözleri dolarak, Ben ve Berna çocuklarımızın daha huzurlu, iyi şartlarda yaşayabilmeleri için kendimizi bir anlamda feda ediyoruz… kariyer hedeflerimizden vazgeçtik, burada bir çok maddi ve manevi sıkıntıya göğüs geriyoruz. Dedi ve kadehinden kuvvetli bir yudum aldı ardından da beyaz peynir ve çoban salatasından bir çatal…

Aslı tam haklısın diye söze girecekti ki aklına “siz ve sizin gibiler bu özveriyi Türkiye’de gösterseydi Türkiye de bugün farklı yerde olurdu” demek geldi… ama ortamı daha fazla germemek için hiç bir şey söyleyemedi…  Aynı anda sanki Volkan ve Berna Aslı’nın aklından geçenleri hissetmiş gibi birbirlerine baktılar, gözleri yaşlandı, ortamı derin bir hüzün kapladı. 

Aslı, Volkan’la girdiği bu diyalog sayesinde milli duygularının ne  kadar kuvvetli olduğunu farketti. Kendisini çok iyi hissetti ve kadehini “güzel günlere…” diyerek Volkan ve Berna’nın kadehleriyle tokuşturdu.

Geldiklerinin 7. günü kahve içerken,

– Aslı, biliyorsun yarın Onur’un 7. Yaşını kutlayacağız… öğleden sonra Onur’un okul arkadaşları gelecek. Akşama da hep birlikte kutlarız. 

– harika olur… gündüz Gizem de Onur’un arkadaşlarıyla oynar, buralara biraz alışmış olur.

– Akşama da Coney Burger e gideriz. Cheeseburgerleri bir harika… Onur çok sever. Eminim Gizem de bayılır.

– Peki, doğum günü partisi için hazırlık yapacak mıyız?

– Tabii… şimdi hep birlikte alışverişe çıkıyoruz…

Evleri küçük sayılırdı ama bahçe katı olması büyük avantajdı. Salondan, kullanımı onlara ait olan  neredeyse elli metrekarelik  bahçeye çıkılıyordu. Her taraf bakımlı çimlerle kaplıydı. 

Bahçe parti dekorasyon malzemelerini seçerken her ikisi de çocuklar gibiydi… filmlerde gördükleri eğlenceli parti malzemeleri içinde kendilerini masal dünyasında hissediyorlardı. Oysa çocukluklarında doğum günü partisi denince sadece renkli balonlar, pasta, kurabiyeler ve limonata olurdu. 

Bahçeyi özenle süslediler… annelerinden öğrendikleri tarifle yaptıkları kurabiyelerin üzerine çok az şeker de serptiler. Mis gibi kokan poğaçalar da çörek otluydu… bakalım Onur’un arkadaşları da beğenecekler miydi? 

Parti saati geldiğinde anneleri çocuklarını getiriyor Berna da kapıda karşılayarak çocukları bahçeye arkadaşlarının arasına yönlendiriyordu… Onur bahçede on beşe yakın arkadaşıyla koşturuyor, oyunlar oynuyor, Gizem de onlara katılıyor, lisan bilmese de bir şekilde çocuk diliyle anlaşıyordu. Bir an Aslı durdu ve Berna’ya sordu;

– Berna, dikkatimi çekti gelen çocukların çoğu  Kübalı, Meksikalı… aralarında Amerikalı yok mu?

– Ayyy Aslı… burada Amerikalılarla arkadaş olmak, onların arasına girmek kolay mı zannediyorsun… biz de bizim gibi sonradan Amerikalı olanlarla arkadaşlık yapıyoruz.

Aslı böyle bir cevabı hiç beklemiyordu… aradığı bu değildi… onca sıkıntıya katlan, sevdiklerinden ayrı kal, kariyer hayallerinden vazgeç, gel gurbet ellerde “immigrant / göçmen ” olarak yaşa… 

Aslı’nın fikirleri berraklaşıyordu artık… kendi mesleğiyle ilgili gelişmeleri görmek, farklı bir kültürü tanımak için yurt dışına gidilirdi ama sonrasında Türkiye’ye dönmek kaydıyla… Türkiye’de  yapılacak daha çok iş vardı. 

Yüreğinde kendisini ülkesine ait hissetmenin ne kadar yüce bir duygu olduğunu düşündü. Bir anda WhatsApp gruplarında zaman zaman dolaşan bir ifade aklına takıldı; “Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz.” Hemen bu sözlerin kim tarafından neden söylendiğini hatırlamaya çalıştı ama olmadı. Her gün böyle bir çok mesaj geliyor ve o da fazla üzerinde durmadan, yine klişe bir metin diyerek mesajı siliyordu. Bu kez de öyle olmuştu ama sözler ilgisini çektiği için bu bölüm aklında kalmıştı. Hemen google dan araştırmaya başladı… 

Cumhuriyetin kuruluşundan tam bir yıl sonra, 1924 yılında Atatürk, ülkenin gelişmesi için ekonomik ve sosyal hamleyi yapabilecek lider kadroyu oluşturmak istedi. Bunun için sınavlarla seçilen 13 kişilik ilk kafileyi yurt dışındaki seçkin üniversite ve kurumlara eğitim için gönderdi. Onları gönderirken telgrafla hedeflerini de bildiriyordu; 

“Sizleri bir kıvılcım olarak yolluyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz.” Öyle de oldu… bilim, tarih, sanat alanlarında 750 yakın öğrenci ile bu kafileler devam etti… Kurtuluş Savaşı sonrasında Ülkemizin kalkınma hamlesinin temeli vatan sevgisiyle dolu, idealist bu öğrenciler sayesinde atıldı. 

Dönüş yolculuğunda kaptanın “İstanbul’a uçuş süremiz… ” diye başlayan anonsuyla birlikte Aslı içinin yaşam sevinciyle dolduğunu, enerjisinin yükseldiğini hissetti. Cumhuriyetin kuruluş yıllarına göre zaman değişmişti ama çağdaş ulusların seviyesine ulaşmak  için herkese görev düşüyordu. Karar vermişti, döner dönmez, işinin yanısıra eğitimin yaygınlaşması, özellikle kız çocuklarının eğitimi için çalışan bir sivil toplum kuruluşunda aktif olarak çalışmaya başlayacaktı… 

Aslı, umutla, heyecanla sevgili kızı Gizem’e sarıldı…

16 Eylül 2023, Büyükada

Join The Discussion